Son dönem tarihçilere kadar, Elbistan kelimesi (ismi) için çeşitli yorumlar yapılmış, kelimenin nereden veya neden kaynaklanmış olabileceği hakkında bilgi veya belge aranmış ama bulunamamıştır. Bundan dolayı tarihçiler kelimenin ekini, kökünü anlamlandırmaya çalışarak, tahminden öte geçmeyecek bazı fikirlerini öne sürmüşlerdir.
Rahatlıkla söyleyebiliriz ki ünlü tarihçilerimizden birkaçı da hataya düşerek, Elbistan kelimesine ille bir anlam bulma pahasına, kelimenin ‘Türkçe’ olduğunu iddia etmiş veya Türkçe imiş gibi ikiye bölerek anlam kazandırma gayretini göstermişlerdir.
İlgili tarihi ve Elbistan’ı en iyi bilen insanların başında gelen Prof. Dr. Mükrimin Halil Yinanç’ın, İslam Ansiklopedisi için yazdığı “Elbistan”[¹] maddesi için söz konusu ettiği isimlerle birlikte, başka kaynaklardan da faydalanarak ‘Cumhuriyetin 70. Yılında Elbistan’[²] adlı kitabımıza kaydettiğimiz Elbistan kelimesinin türevlerine yenilerini ilave ederek, tarih içinde yazılı kaynaklarda var olan ve bilinen tüm isimleri ele almak; başka bir deyişle aslında isim olarak ortaya çıkmış bir tek kelimenin tüm gelişim ve değişimini mümkün olduğunca kronolojik bir sırayla incelemek istiyoruz.
Bilinen ve yazılı kaynaklarda rastlanan en eski ve temel adı: ‘ABLASTA’
İsmin tahlilinden önce, Elbistan’ın bundan binlerce yıl önce, eski Karaelbistan kasabasının olduğu yerde, Ceyhan nehrinin iki yakasına (daha çok batı yakasına) kurulduğunu; halen orada höyüğünün bulunduğunu; yaklaşık bin yıl kadar önce şehrin bugünkü yerine taşındığını hatırlatmakta yarar var.
Karaelbistan Höyüğü .(“2006 Arif bilgin arşivi)
Luvi[3] dili, binlerce yıl önce buralarda da şehirler kurarak yaşayan “Hititlerin kullandığı dillerden biridir. Luvicede (-ASTA) kelimesi “akan, akar, akıntılı” anlamına gelmektedir.” Baştaki “Ab” kelimesi de yine yakın çevrede yaşayan yerli halklardan olan Arapların dilinde ‘su’ demektir.
Görüldüğü gibi, ABLASTA şehri, Hititler zamanında ve ondan önce de yerleşim yeri olarak Battal Köprüsü’nün 500 metre aşağısındaki ‘Suçatı’ndan (yani Ceyhan ile Söğütlü nehirlerinin birleştiği yerden) başlayarak “Büyük Kaya Pınarı’nı da geçecek kadar boyuna; Elbistan-Göksun Karayolu’ndan başlayıp geriye doğru da Tahta Köprü, Tepebaşı, oradan Çilingir çayırına kadar enine yayılan geniş bir alana kurulmuştur. Bu çerçevesini çizdiğim bölgenin hatta daha da geniş çevresinin neresi kazılsa, bu devre ait taşlar, temeller, eşyalar vs bulmak mümkündür...
İşte bu şehir (ABLASTA), kendi özelliğine uygun olarak elbette isimlendirilecekti. Ceyhan ve Söğütlü gibi önemli iki akarsuyun arasında oluşuna uygun olarak, “Su memleketi” veya “Suyu bol memleket” belki de “Su beldesi, su şehri…” anlamında bir isim vermiş olmaları da doğaldır. Dolayısıyla ‘su’ demek olan ‘AB’ ile ‘akar, akanı olan, akıntılı’ demek olan ‘ASTA’ kelimelerini yan yana getirerek, arasına da dillerinin grameri gereği (L) kaynaştırma harfini de girdirip ‘AB-L- ASTA’ (ABLASTA) kelimesi türetilmiştir…
Ne var ki, bu kelimeyi, tüm Anadolu’da, hatta İran, Irak, Suriye bölgelerinde bile Türkler yokken, burada binlerce yıl yaşayan Romalıların ve Ermenilerin de kullandıklarını bildiğimiz halde Hititlerden daha gerilere giden, onlarda önce de aynı isim miydi, yoksa başka bir ismi mi vardı bunu tespit edecek bir kaynağı elde etmek mümkün olmamıştır. Dolayısıyla Elbistan’ın isimlerini, günümüze doğru, ne zaman, kim tarafından kaydedildiğini örnekleyerek sıralamak için de bu ilk isimden (ABLASTA) başlayarak yazmak gerekecek:
1) Ablasta: Hititler; Urfalı tarihçi Matthieu ve diğer birçok Ermeni tarihçi.
2) Ablastayn: Süryani tarihçi Mihail.
3) Ablastin: Abu’l Farac b. İbrî (Bar Hebraeus).
4) Abulustayn: Yakut Hemâvî.
5) (E)plastantia: I. Haçlı Seferi tarihçisi Baudri de Dol (1097) ile bir Latin tarihçi.
6) Ablistan: Selçuklu tarihine dair eserler yazan tarihçiler ile XIV. ve XV. Asırlardaki İran tarihçileri. Dulkadiroğulları Beylerinden Alaüddevle Bey, 16. asrın hemen başında yazdırdığı vakıfnamelerinde bu şekilde kullanmıştır(4).
7) Albistan /Albıstan / Elbistan: XVI. Asırdan itibaren hemen tüm müellifler.
8) Abilistan: 1831 yılında yazıldığı bilinen ‘Oruç Bey Tarihi’ adlı eserde bölgenin adı olarak yazılmıştır. (Uzun zaman, Yukarı Fırat Havzası, Kapadokya’nın bir kısmı, tüm Maraş, Adıyaman, Malatya, Kadirli, Saimbeyli gibi şehirlerle çevrelenmiş büyük bir alan ‘Elbistan Bölgesi’ olarak anılmaktaydı. Abilistan, büyük ihtimal, Ablistan okunuşuna (b) harfinden sonra (i) eklenerek (esre okunarak) ortaya çıkarılmış bir kelimedir. Bu eserin yazarından başka kullanana rastlanılmaması ve bilim adamlarımızın da pek kaale almaması bunun en güzel delilidir…)
● XV. Yüzyıla kadar Ablistan olarak kullanılmıştır. (A-B-L-İ-S-T-A-N harflerine lütfen dikkat edelim.) Yani kelimenin ilk formatı (ABLASTA) korunarak, (A) harfinden sonra (B) ondan da sonra (L) harfi yazılmış, sonra diğerleri yerini almıştır… Zaman içinde Osmanlılara ve bölgemize Arap kültürünün, dilinin ve kullandığı Arap harflerinin etkisiyle baştaki (AB) hecesi, (EL) harf-i tarifi gibi kullanılarak (veya öyle zannedilerek); baştan ikinci ve üçüncü harf (ABL) iken (ALB) şeklinde değişikliğe uğratılarak ifade edilmiş Ablistan telaffuzu nihayet Albıstan ve Elbistan olarak söylenip yazılmaya kavuşmuştur.
Elbistan’ın henüz Türkler tarafından fethedilmediği, hatta hiçbir türkün yaşamak için bile gelmediği dönemlerden (4.000–5.000 yıl öncesinden) beri kullanıldığı tespit edilen isimler bunlardır.
Albostan ve Alpsitan gibi iki uydurulan veya yanlış okunarak doğru gibi kabul edilen kelimenin, bu şehrin ismi olarak kullanıldığı, yazılı ve sözlü olarak tarihin hiç bir döneminde rastlanılmamıştır.
Yukarda sıraladığımız isimlerin tarihi gelişimi içinde uğradığı değişimleri, bunun yanında ABLASTA iskeletinin hemen hiç değişmediğini bir tablo düzleminde görelim.
B) ELBİSTAN KELİMESİNİN HİTİTLERDEN GÜNÜMÜZE UĞRADIĞI DEĞİŞİMLER VE (A-B-L-S-T-N) ŞABLONUNU GÖSTEREN TABLO
(*) Bu tablo ilk defa tarafımdan oluşturulmuştur. (A.B)
Artık uğradığı değişikliklerden sonra günümüzdeki şeklini alarak kullanılan 8. ve 9. sıralarda yazdığımız Albıstan ve Elbistan telaffuzlarını bir tarafa bırakarak, tablodaki ilk yedi maddedeki isimleri inceleyelim:
İlk isim hariç diğerlerinin tamamında kelimenin iskeleti olarak karşımıza (A) harfinden sonra (B-L-S-T-N) sessiz harfleri çıkar. Başka bir deyişle, ismin bilinen ilk telaffuzundan günümüze kadar tüm gelişiminde (A-B-L-S-T-A-N) harfleri ve daha önemlisi de sıralaması hiç değişmeden gelmiştir.
Tarih içinde, çeşitli din, dil ve medeniyete sahip topluluk ve milletlerin, bir kelimeyi veya ismi, söyleyişi veya okuyuşu itibariyle, kendi dillerinin ve kültürlerinin yapısına uyarlamaları; anlamlandırma düşüncelerine göre küçük değişikliklere uğratmaları tabiidir. Dolayısıyla Ablasta ismi de böyle olmuş, kullanan milletler, kelimenin tarihi gelişimini özümseyerek yani (A-B-L-S-T-A-N) harfleriyle oluşmuş kalıbı koruyarak, sadece aralarına, aynı görevde ama birbirinden farkı gibi görülen (u, ı, i) sesli harfler girdirmişlerdir. Tıpkı aynı kelimeyi, zaman içinde, Türklerin, Albıstan ve Elbistan şekline döndürdüğü gibi; tıpkı bizim İspanya, dediğimize Avrupalıların Speyn, bizim spor, onların espor dedikleri gibi.
Bu gerçeğin ABLASTA isminin, Elbistan'da, bırakın Elbistan’ı tüm Anadolu’da ve Ortadoğu olarak adlandırılan coğrafyada Türklerin hiç olmadığı, başka bir deyişle bu topraklarda Türkçenin hiç konuşulmadığı bir dönemde başladığını hatırlatalım…
Elbistan'ın Türklerin eline geçtiği Selçuklular döneminde kelimedeki değişim devam etti. Dulkadiroğulları döneminde bile kullanılan isimler arasında tercihler değişebiliyordu… Ama en çok Türkler arasında ABLİSTAN adı yer etmeye başlamıştı. Mesela; Dulkadir beyi, Alaüddevle Bey’in, 1440’lı yılların sonları ve 1500’lü yılların başında hâkim olduğu topraklardaki, özellikle başkent Elbistan ve Maraş'taki camiler ve sair eserler için kurduğu vakıflar ve yazdırdığı vakıfnamelerde -yukarda bahsettiğimiz gibi- şehrin adı ELBİSTAN değil, E B L İ S T A N (hatta daha doğrusu ABLİSTAN) olarak yazılmıştır. Menteşe Beyliği’nin kurucusu Menteşe Bey’in babası ve aynı zamanda Kuru Bey’in oğlu olan zatın adı da Elbistan değil Eblistan Bey’dir.[5]
Son dört beş asırda, Türklerin yoğun kullanımı ile kelime ELBİSTAN şekline dönüşmüş bir başka deyişle, bu şekliyle Türkçeleşmiştir.
Buradan bir hüküm çıkartmak gerekirse: Elbistan kelimesinin orijini Türkçe olmadığı gibi eki de kökü de Türkçe değildir.
Türkçe olmadığına göre, ‘AL’ ve ‘BOSTAN’ gibi halis Türkçe, ‘ALP’ ve ‘SİTAN’ gibi kimi yerlerde Türkçe kimi yerlerde Farsça olan kelimelerin birleşimiyle oluşan “ALBOSTAN” ve “ALPSİTAN” kelimeleri, nasıl olur da sırf benzerlikten hareketle, Luvice bir kelime olan Elbistan’a kaynak yapılır, anlamak mümkün değil...
Bu uydurma rivayete akılları sıra yorum da getiriyorlar: Yok "Her tarafı bağlık bostanlıkmış” da, “halkı çok cömert olduğu için gelip geçenlere ısrarla 'al bostan' diyerek sebze meyve ikram edermiş” de “al bostan, al bostan diye söylene söylene zamanla adı AL-BOSTAN, sonra da ELBİSTAN olmuş” da!.. Türklerin olmadığı, Türkçenin bilinmediği yerde yaşayanlar birbirlerine Türkçe olarak böyle diyebilirler mi? İkincisi ALP+SİTAN da aynı şekilde çürütülür.
Düşünmek gerek; söylediğimiz gibi Elbistan bölgesinde ve bin kilometre kuzeyinde, güneyinde, doğusunda ve batısında Türk’ün ve Türkçenin olmadığı (Asurîlerin. Hititlerin, Romalıların, Ermenilerin yaşadığı) bir bölgede, insanlar birbirlerine Orta Asya Türkçesi ile hitap edemez; bir yerleşim yerine böyle Türkçe isim veremez.
"İblistan” okuyuşu da aynı saçmalığı taşır.
Eblistan, Ablistan ve İblistan'ın üçü de, inkılâptan öncesine kadar kullandığımız Arap alfabesinin (Elif + be + lam + sin + ta + nun) harfleri ile yazılırdı. Bu yazı harekesiz olduğundan, okuyanlar bunu ‘Eblistan’ veya ‘Ablistan’ şeklinde telaffuz ettiği gibi (nitekim edilmiş ve 16. asırdan itibaren, Elbistan oluncaya kadar, yazılı kaynaklara bu iki şekilde de geçmiştir) yine aynı harfleri itina etmeden ve esreli (yani -i sesi vererek) okursa, karşımıza ‘İblistan’ (iblisin yurdu demektir) telaffuzu çıkar. Dolayısıyla bunun hiçbir dayanağı yoktur; şaka ile bile olsa böyle telaffuz etmek, saçmalıktan öte, Elbistan'a ve Elbistanlılara hakarettir.
Anadolu (yani Anatolia)’daki birçok şehir ve köylerin, vadi, dağ, ova ve bölgelerin adları; Anadolu'nun Türkleşmesinden önce, burada yaşayan çok çeşitli millet ve medeniyetlerin, özellikle Romalıların kullandıkları adlardan, onlara ait kelimelerden oluştuğunu unutmamak gerekir. Daha sonra bu coğrafyaya hâkim olan Arap, Fars ve Türklerin kültür ve medeniyetlerinin etkisinde kalarak bugünkü şeklini almıştır. Mesela; Geç Hitit döneminde Maraş’ın adı (Markasi) idi; yine aynı dönemdeki kaya kitabelerine göre Adana’nın adı (Adanıa); Göksun’un adı (Tarih öncesi ve Roma devrinde “Cocussus= Kokussus” iken Bizanslılar döneminde “Kokson”) şeklinde telaffuz ediliyor. Tüm bunlardan başka, halkın hangi dil ve dinden olursa olsun benimsediği isimleri alıp -biraz da değiştirerek- kullanmasına verilecek örneklerin başında, tamamı da Romalı olan meşhur yedi uyurların (Yemlihâ, Meslinâ, Mekselinâ, Mernuş, Debernuş Şazenuş ve Kefeştatayuş + köpekleri Kıtmir) isimleri gelir. Türkiye'de, bize ve dilimize ait isimlermiş gibi daha niceleri benimsenip, Türkçenin yapısına ve sedasına uyarlanarak, zaman içinde halkın istediği anlam kaymasına da uğratılarak, başka bir deyişle Türkçeleştirilerek günümüze kadar, kullanılagelmiştir…
………………………………………………………………………………………………….
(1) 4. Cilt, 223.sayfa - Milli Eğitim Bakanlığı, 1993 - İst.
(2) Arif Bilgin ve arkadaşları; Cumhuriyetin 70. Yılında Elbistan; S. 27; Özgü Yayınevi, 1993–94 - İst.
(3)” Luvi Krallığı (M.Ö.1900–2000) yıllarında bölgeye hâkim idi”. (Çukurova Ünv. Tanıtım Sitesi, Tarih Bölümü)
(4) Alaüddevle Bey’in Vakıfnameleri; Mütercim Abdullah Tanrıkulu, 18 Temmuz 1940 Ankara.
(5) İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI; Osmanlı Tarihi ve Yılmaz ÖZTUNA, Devletler ve Hanedanlar; C.2; s. 75’de ”Menteşe Bey b. Ablıstan Bey b. Kuru Bey” ifadesi geçmektedir. (Tekrar edeyim: Buradan da anlaşılıyor ki; tarih boyunca değişmeyen bir kalıp içinde gelen ve ‘Su şehri, Su beldesi’ anlamındaki ABLASTA kökenli ABLİSTAN şehri, ismini Ablistan Bey’den veya “Al bostan., Alp Sitan” gibi herhangi bir ifadeden almamıştır. Alamaz da, Türklerin olmadığı Türkçe bilmeyenlerin yaşadığı Anadolu’da Türkçe bilmeyen insanlar, yoldan geçen ve yine Türkçe bilmeyen insanlara “Al bostan” diye hitap edemezler. “Alp sitan” da aynı şekildedir. Luwice veya Hititlerin bir başka lisanında olmayan tam aksine Türklerin ve Farsların kullandığı kelimeleri birleştirerek bir beldenin ismi yapmazlar.
Yorum yazarak Elbistanın Sesi Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistanın Sesi Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistanın Sesi Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistanın Sesi Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Elbistanın Sesi Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistanın Sesi Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistanın Sesi Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistanın Sesi Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(13)Seyfullah Bolat - "Âb" : Arapça değil, Farsça'dır. Arapça "Su" anlamına gelen sözcük "Mâ"dır. "Mâi": Su rengi demektir. Bu sözcük Türkçe'de zamanla "Mâvi" olmuştur. "Ablasta" sözcüğündeki "Ab" kısmını ayrı bir sözcük olarak ayırırp su anlamı vermek biraz etimolojiyi zorlayan yorum olmuştur. "Ablasta" bugün için anlamı unutulmuş, antik dönemlerden kalma Türkçe, Arapça ve Farsça olmayan bir sözcük denilebilir.
Aziz Pinar - Hocam, Öncelikle asrın felaketinde hayatını kaybeden Elbistanlılara Haktan rahmet kalanlara da sabırlar diliyorum.Yazınızı okudum ve sizinle aynı fikir de olduğumu belirtmek isterim. Uzun tarihini bilmeyen zaten kısa tarihinide bilemez. Çok güzel bir araştırma. Luvi tarihini okumuştum ve orda böyle bilgiler ile karşılaşmıştım.
Vecdi Güler - Bazı uyduruk kelimeler nedense her zaman bulunur. Bu kelimeler sanırım bir araştırma neticesinden ziyade direk kafadan sallama sonucu ortaya çıkmıştır. Yazınızı okurken aklıma ' Kürt ' kelimesi geldi. Bu kelime için de bazı siyasilerimiz ve paşalarımız " güneydoğu karlı belde olduğu için, o zeminde yürürken çıkan ayak sesi ' kart-kurt ' ettiğinden dolayı o ırka kürt denmiştir " gibi saçmalıklar hemen her zaman bulunmaktadır demekki.
Mevlit Kar - Hocam emeğinize sağlık. Bayağı bir emek harcamışsınız
İlyas 46 - Hocam ELBİSTAN halkının geneli oğuz boylarından mı ?
Alaüddevle bozkurt bey in soyu devam ediyor mu ?
Dulkadiroğlu beyliğininin ülkemizde çok bilinmesi gerekirken halen ELBİSTAN için Arabistanın şehri DİYENLER için şehrin tanıtımı neden zayıf ? ( SON soru ilgi alanınıza girmiyor ama eğitimci olarak fikriniz olabilir )
ALLAH A EMANET OLUN
Arif Bi̇lgi̇n - İlyas Bey, Evet Elbistan halkının yerlisinin tamamına yakını Oğuz boylarındandır. Dulkadiroğullarının nesli Elbistan'da, Maraş'ta Kırşehir'de ve dağıldıkların İstanbul bata olmak üzere birçok ilde sürmektedir. Soyadları da Dulkadiroğlu, Zülkadiroğlu gibi... Şehrin tanıtımı ile ilgili olarak ne diyebilirim. zayıf işte. Fuarlara Elbistan ile ilgili eserler, ürünler götürülmez ise, Ekranlarda programlar yaptırılmaz ise vs zayıf olur... Selamlar
Adem Kancı - Kalemine emeğine sağlık sayın hocam
Faruk Tamer - Arif bey, araştırmalarınızla kaleme aldığınız, Elbistan'ın ismi hakkında ki, detaylı ve değerli makaleniz için sizi kutlar, teşekkür ederim. Bahsettiğiniz gibi, benimde, naçiz düşünce görüşüm, Elbistan ovası nın binlerce yıl öncelerinde bir göl yatağı olduğu gerçeği göz önüne alınıp düşünüldüğünde, "su şehri, su beldesi’ anlamındaki ABLASTA kökenli, ABLİSTAN şehri", açıklamanızın, en doğru ve gerçek tanımlama olduğu yönündedir.
Ebubekir Doğan - Bu etimolojik çalışma için teşekkür ederiz hocam. Ayrıca “ Cumhuriyetin 70. Yılında Elbistan” adlı kitabınızı çocukken keyifle okurdum.
Cumali Karakoç - Teşekkürler
Adem Kılıç - Suyu bol, içmeye doyulmayan kaynak suları ; kanalizasyon ve diğer zararlı atıkların mikroplarının karışması ve sürekli su kaynaklarının iş makinalarıyla bilinçsizce kurcalanması-kazılmasıyla salgın hastalıklara sebep olmuş ve aşırı kireçlenme sonucu da kronik sağlık sorunlarına yol açmaya devam etmektedir. Kaynak su gözleri, bu bilinçsiz kurcalanmalar sonunda kapanmaktadır. Artık Elbistanlılar, hazır şişe sularına mahkum edilmiştir. Şebeke suyunun yapılan üst üste zamlarla " büyük şehir " (!) tarifesiyle dağıtımı, faturalara katlanarak yansıtılmaya devam ediyor !!! Yazık oldu güzelim kaynaklarımıza !!!
Yavuz Sarı - Pınarbaşı'ndaki kayalıkta bulunan izlere " Hz. Ali'nin el izi " rivayeti dillerde dolaşan yörede, şehir ismine de çeşitli benzetmeler-yakıştırmalar-rivayetler eklenmesi normaldir. Bu söylencelerin doğru olmadığı "çeşitli söylentilerde/kaynaklarda yer etmiş anlatımları asla küçümser ifadeler kullanmadan " izah edilebilir tabii ! Elbistan'ın isminin eski kökeni yanında, yeni ismi ; " Merkezinde su kaynakları bol olduğu halde, en pahalı içme suyu dağıtılan şehir " olarak, zirvelere hızla tırmanmıştır !!! Yazıda ( olası eksik-yanlışlar elbette olabilir ) özellikle " Türk " sözcüğü yazarken, büyük harfle başlanmış olmasına dikkat edilmesi dileğiyle ! Mutlaka yazı hazırlandıktan sonra tekrar incelenmiştir ama yine de gözden kaçmış besbelli ! Yazıdan alıntı ; "" Elbistan’ın henüz Türkler tarafından fethedilmediği, hatta hiçbir / ' türkün ' / yaşamak için bile...""" Saygılarımla ( Türk'ün ) !!!
Yavuz Sarı - "zaman boyutu " olmadığı için bu ifadeyi kullandığımı anlamış olmanızı diliyorum...Geçmiş zamanlardan gelen özelliğinin, nasıl değişime uğrayarak, " su kaynağı bakımından " günümüzdeki içler acısı hale getirilmiş olduğunu anlattım. " "Bitkinin birden fazla kökü var mıdır ?" derseniz ; bitkinin kökünün, çeşitli dallara ayrılmış olduğunu ve bu dalların ' uygun şekilde beslen(e)mediğinde zamanla çürüyerek, beslenmekten-gelişmekten mahrum kalacağı bilimsel olarak aşikardır !
Uğur Güler - Yorumunuzda “eski köken” ifadesi yer alıyor. Kökenin zaman boyutu olabilir mi? Örneğin; bir bitkinin, birden fazla kökü var mıdır?
Arif Bilgin - Teşekkür ederim. Yazı ve imla kurallarına en dikkat edenlerden biriyim. Bin cümlede bir yanlışlık belki olur.. Dikkatinizi kutlarım.
Yazılan yorumlardan Elbistanın Sesi Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistanın Sesi Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistanın Sesi Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.