BUNUN DUTDUU ORUÇ DA HEÇ, GILDII NAMAZ DA

Evler gibi, sokaklar gibi, insanlar, adetler, oyunlar, şakalar gibi Ramazanlar da terk edermiş Elbistanı Elbistanla beraber

O ramazanları, ötelerden getiriyorduk, asırlar ötesinden, ceddimizin yüreğinde karşılığını bulan bin türlü güzelliklerle ördüğü, kendi eylediği, kendinin eylediği ve bugünlere armağan gönderdiği vakitlerden getiriyorduk

Ne dualar sinmişti oruç oruç, ne gözyaşlarıyla ıslanmıştı fakirlerin, dâra düşenlerin ateşe dönmüş gönüllerinde Bayram bayram sıcaklık akıtılmıştı yürekten yüreğe, iftar iftar şükür kaplamıştı şehrimizi Bir yetimin minnacık tebessümü boyun eğdirmişti dünyaya, öteki fakirin erdiği az-buçuk mutluluktan vallahi gök sarsılmıştı

O zamanlar, insanlar orucu değil sanki oruç insanları tutardı; o zamanlar herkes sadece aç kalmaz, tüm azalarıyla oruçlaşırdı adeta

Evler gibi, sokaklar gibi, insanlar, adetler, oyunlar, şakalar gibi Ramazanlar da terk edermiş Elbistanı Elbistanla beraber

&

Evimiz, Ulu Camiinin güneybatısında ve çiçekçilerin yoğun olduğu caddenin yukarı tarafındaydı; Kalenin (Kale dedikse, bilmeyenler akıllarına gerçekten kale getirmesin. Önceden şehrin tam ortasında var olduğu kayıtlardan anlaşılan toprak bir kalenin yıkıntısının oluşturduğu büyükçe bir tepe olarak düşünsünler.) sırtındaydık yani, tam üstünde olmasak da

Sekiz dokuz yaşlarındaydım O yıl ramazan, bahar aylarından birinde hüküm sürüyor olmalıydı ki insanlar, her akşam, iftar yaklaştığında damlarına çıkıp topun atılışını beklerdi. Çocukların, ellerindeki veya ceplerindeki 'oruç açımlığı' ile sabırsızlandığı nasıl da belli olurdu

Şu modern yapılaşma illeti başlamadan önce Elbistanın evlerinin tamamı iki katlı idi ve tamamının damı topraktı. Çatılı sekiz, on ev görebilirdiniz ancak, iki katlı olmayan evleri sayacak olsanız onlardan da sekiz on taneden fazlasını bulamazdınız koca kasabada O yılların Elbistanı, Ceyhan nehri ile Küçük Ceyhanın oluşturduğu adanın içinde, birbirine sırt vermeye, omuz vermeye mecburmuş gibi adalar halinde bitişik yapılan evlerden oluşmuştu. Kızılcaoba ile Öteaçe mahalleleri bu adanın dışında kalsa da aynı özellikteydiler. Adalar, dar sokaklarla, çıkmaz sokaklarla ve Gabaltı denilen üstü denk gelen evin bir bölümü ile kapatılmış ama altı geçit olarak bırakılmış sokaklarla birbirinden ayrılmıştı. Birisi kendi damına çıksa, hiç inmeden sekiz on, hatta yirmi evin damına varırdı; varamadığı komşu evlerle de arasında ya dar bir sokak kalmıştır -ki hızlansa atlayabilir- ya da şehrim üç beş metre enindeki ana sokakları

Böylesine bitişik yapılmış, yani evlerin sağında solunda, bahçe, hayat veya boş alan bırakılmamış yerleşim yerlerinin tümünde damlar, mecburen, önemli bir yaşam alanı olarak kullanılır; orada, yatılır, gaynadılan bulgur ve kışlık kurutluklar serilir, asılarak kurutulacaklar gerili iplere bağlanır, yorgan-döşek köpülür, çocuklar oyun oynar, radyosu olan evlerin anteni yine damadaki iki direk arasına gerilir; bitişik komşu ziyaretine -daha çok hanımlar, akşamları ve yalnızsa- güven içinde buradan gider; yaz akşamları balkon gibi oturma, serinleme yeri olarak kullanılır ve bir de ramazanlarda top atılır; top gözlenir

Çocuk ve oruç olduğum için o gün annemle babam beni 'alelemek' -aslında meşgul etmek- için dama çıkmama izin verdiler; sonra da babam 'Dur birlikte çıkalım' diyerek elimden tuttu ve 'örtme'mizden dama açılmış 'portmaya' doğru dayanmış merdivenden çıktık. Babamın böyle elimden tutması, bana ramazanlarda topu izlemek için dama çıkmaktan daha farklı, daha büyük zevk vermişti Dama çıktık ki, hemen her damın üstünde birkaç insan var. Kimi oturuyor, kimi geziniyor, kimi sokaktan geçen tanıdığı ile kimi de öteki damdaki arkadaşıyla konuşuyordu; hatta şöyle gözlerini dört bir yanda gezdirenler, çok daha uzak bir damdaki muhatabına sesini ulaştırmak için, ortasını boru gibi boş bırakacak şekilde birbirine sardığı iki elini birden ağzına dayayıp bağıranları dinler, tanışsa onlara katılırdı da

Dama çıkarken, annem 'Topa yarım saat kaldı' demişti. Zaman yaklaştıkça, büyük küçük herkesin yönü yavaştan 'Kale'ye, Kalenin en üstündeki evlerden birine doğru dönüyordu; çünkü o evin damında top atılacaktı. Hele topu atacak olan merhum Gazi Mercan görününce herkes pür dikkat onun hareketlerini izlerdi

Ramazan Topu'nu, Elbistanda, ne zaman başladığını kimsenin bilmediği bir tarihten e kadar Mercan Ailesi'nin fertleri atmıştır. Ulu Camiinin arkasında, Kale'nin üstündeki evlerinden bir asır kadar önce Hacı Mevlüt Mercan atardı; o rahmete kavuştuktan sonra kardeşi Veysel Mercanın oğlu Kabzımal (Hal komisyoncusu) Gazi Mercan (Eczacı ve Ak Parti İlçe Başkanı Murat Mercanın babası) topu sıkmaya başladı ve bu geleneği 1980 yılına kadar sürdürdü.

Murat Mercan, iftardan birkaç saat önce iftar için, teravihten sonra da sahurun bitiminde atılacak topun evde hazırlandığını şöyle anlattı;

Topu, ramazan ayı yaklaştığında belediye zimmetli olarak babama verir, ramazan bitince de geri teslim alırdı. Top, dediğimiz, horozu ve tetiğiyle beraber yaklaşık elli-altmış santim boyunda namlusu vardı; bu namlunun çapı yedi-sekiz santim kadardı ki görünüşü şişman bir tüfeğe benzerdi. Ramazanlarda her gün, bir iftar vaktinin geldiğini, bir de sahurun bittiğini bildiren iki top atılırdı. Topları, biz, saatler önce doldurmaya başlardık. Namlunun içine bir miktar baruttan sonra çaput ve gazete kâğıtları tıkar dururduk (kurusıkı doldurmak budur). Mesela ben sedire çıkar, namlunun içine gazeteleri, çaputları birem birem basar ve babamın verdiği harbi benzeri bir aletle sıkı sıkıya teper dururdum. Bu topu omuza alıp sıkmak mümkün değildi; zira çok şiddetli geri tepmesi vardı. Sıkanın omzunu dağıtırdı. Bu yüzden sıkılmadan önce damda bir loğa bağlanır ve sıkıldığında da loğun yuvarlanmasını engellemek için arkasına taşlar destek olarak konurdu Tetiğe basılınca kapsül patlar, çıkan kıvılcımlar barutu ateşler, baruttan bol miktarda çıkan gazlar, namludaki çaput ve gazetelerden dolayı dışarı çıkamadığından bulunduğu haznede çok kısa zamanda sıkışır; dolayısıyla meydana gelen ani ve çok kuvvetli basınç, namluya tepilmiş gazete ve çaputları büyük bir ses ve basınçla fırlatırdı?

İşte Elbistanda top atmak demek bu silahtan bu sesin çıkmasını sağlamaktır.

Görenlerden birkaç dost da şöyle anlattı;

"Topun eyle guvvatlı geri debmesi vardı ki, gerisin geriye tuvarlanıp aşşa düşmesin deyi damdaa loğa baalayıp arhasına da daş gorlardı; amma yoorum, gene de top birden Şardaana doğru gürleyince geri debmenin guvvatıynan loğ, arhasındaa daşı-maşı dinemeyip, ta damın ötea ucundahı süvea gadar gederdi; enerea barıdını çok goymuşsa o niredeyse süvükden yoharı bile ıcık tırmanırdı"

Derken Topçu görünür, topunu kontrol eder ve saatine bakmaya başlardı. Tabii damlardaki saati olanlar da Saati olmayan ise, birkaç dakika sonra topun atılacağını bile bile öteki damdaki ahbabına seslenirdi;

- Ali Emmi, daha naadar var ola

- Ula yoorum Osman, macca oldum boön, gaç dakga galdı

- Boön zöhürsüz dutuyom tama, gannım yırtılıcı niredeyse, topa naadar galdı

Gazi Mercan, topu yankı yapsın da Elbistanın dört bir köşesindeki insanlar duysun diye Şardağına çevirdiği anda, damlardaki büyük küçük herkes, yanında getirdiği veya çocuklarını oruca teşvik için işinden eve gelirken aldığı oruç açımlığı'ndan bir parçayı elinde hazırladığı yetmiyormuş gibi ağzını da yarım açarak beklemeye başlardı. Top Gümmmm!.. diye patlar patlamaz daha topun, daha Şardağındaki çok güçlü bir harıltıyı andıran yankısı bitmeden, oruç açımlıkları ağızlara doldurulmuş, damda kimse kalmamacasına herkes aşağı inmiş olurdu

Oruç açımlığı olarak, babalar çocuklarınaymış gibi; leblebi, kuru üzüm, leblebili şeker, melengiç şekeri, ceviz içi, parmak gibi uzun ve renkli akide şekeri, horuzlu şeker, lokum, cevizli sucuk, karışık çerez, vs. alırdı.

Valla, şimdi bir fıkranın tam sırası amma, ne çare ki; ayıp olacak Bilenlere hatırlatayım bari; hani, babası iştahsız çocuğuna aldığı çerezi olmadık sözlerle ısrar edip yedirmeye başlayınca, söylediklerine inanan hanımı dayanamayıp, herifine; Ula bitmeden ıcık da sen yeseneee! der ya

İşleri bir türlü bitmeyen annelerin özene bezene hazırladığı yemeklerle karınlar tıka-basa doyurulur. Daha Elhamdülillah kelimesi bitmeden, babalar tiryakiliklerine göre ya bir sigara tellendirir, ya önceden özene bezene hazırlanmış nargilesinin marpucuna yapışır. Kimisi, o zamanlar kullanımı yaygın olan özel kutusundan aldığı bir çimdik enfiyeyi burnuna çekip keyif aldığı bir bitmeyen hapşırma nöbetine girmiştir; kimisi de eğer önceden almadıysa, akşam ve sonra da teravi namazı için abdest almak niyetiyle ılık su doldurulmuş ibriğin kulpundan yakalamıştır Çocuklar mı; çocuklar her zamanki çocuk olduğu için anne ve babasından aldığı aferinden sonra ya boğuşmaya, ya dersini yapmaya ya da babasıyla teravihe gitmek için ısıl-tısıl hazırlığa koyulmuştur Böyle büyük adammış gibi hazırlanması, babayla birlikte camiye gitmesi, namaz başlayıncaya kadar oturup sağı solu gözlemesi güzel ve eğlenceli gelirdi çocuklara; ancak hiç bitmeyecekmiş gibi gelen 33 rekâtlık namaz faslı, niye yalan söyleyeyim biraz sıkardı canımızı Anne ise, sofrayı topladığı gibi aşganaya gidip bir köşesine yapılmış çaan içine bulaşıkları doldurduğu gibi orada yaktıkları iki numaralı gaz lambasının titrek ve sarımsı kör ışığında Herif oruç oruç aşamaaçir yoruluyor kele, teraviye getmeden iki gadeh çay içsin diye düşünerek yemekten sonraya hazır olacak şekilde ayarlayıp demlediği çayı süzgeçten süzdürmeye başlamıştır bile

Ramazan akşamları, daha çok erkeklere yarardı eskiden Hanımlar, bazen erkekler teraviye veya kahveye çıktıklarında konu-komşu bir araya toplanıp ya peçiç oynarlardı ya da verirlerdi şoru. Hepsi bu Erkekler ise, evde bile, bir araya geldikleri arkadaş veya akrabalarla dominodan tavlaya, damaya, kâğıttan tombalaya kadar değişik oyunları oynayarak vakit geçirirlerdi. Öyle ki sair zamanlarda öldürsen hiç kumar oynamayan bir kısmı da daha çok evlerinde, -nedense, ramazanlarda günah olmazmış gibi- ramazandan ramazana, hindisine, tavuğuna, ziyafetine, bir tepsi tatlısına, içli köftesine, çerezine, sigarasına resmen kumar oynardı. Hele yüzük, vazgeçilmeziydi o zamanların. Ekipler kurulur, mahalle mahalle gezilir, oyun içinde sırası geldiğinde söylenmedik ayıp sözlerle doldurdukları partala, yenmedik hindi bırakmazlardı O günlerde de, dumandan, nemden gözgözü görmez olan, içeri ilk girenlere badanası kaybolmuş duvarlardan, kirli örtüleriyle masa ve sandalyelerden başka bir şey yokmuş gibi görünen; ama sigara, sigara külü, çay, toz, kir, toprak ve insan kokusunun karışımının iticiliğinden geri mi çıksam acaba diye düşündüren kahvehanelerde, bugün de olduğu gibi tombala çekilir; sahur vaktine kadar çay, sigara içilip oyunlar oynanırdı...

Çocukların oruçlarının çoğu zaman dikildiği malum Bu sene (2007) tanıdık bir anne, daha beş yaşındaki kızının oruç tutmak için ağlayıp yalvarmasını onu kırmadan bitirmek için şöyle diyordu; 'Tamam kızım, sabah ye, öylene kadar oruç tut; öylen ye akşama kadar oruç tut; ben onları akşam yemeğinden sonra dikerim' Çocuk ne kadar mutluydu bilseniz

Bazı çocuklar ve hele ilk kez tutuyorlarsa, akşama doğru dayanamaz, 'Yiyeceğim de yiyeceğim' diye tutturur. Oysa bir saat hatta yarım saat kalmıştır Hem bu kadar zaman dayandı, biraz daha dayanırsa orucun sevabını alacak diye ve hem de zorlansa da yemesin, alışsın diye düşünüldüğünden, çocuğu meşgul etmek için evde abla, babaanne, anneanne, ağabey, anne hatta baba kim varsa, kim müsaitse alır onu sırtına odalarda, evin önünde, damda veya sokakta gezdirirdi Öte yandan çocuk açısından da sırta binip böylesine alelenmek sanki bir ayrıcalık, bir ödül olduğundan, bazı açıkgözlerin numaradan 'gannım çok aarıyor tama, ben yiicim!' diye tutturduğu da olurdu

Artık terk eden güzel adetlerden birisi de şuydu; mahallenin muhtarı, imamı ve birkaç iş bitiren yapılıları, ramazandan evvel fakirlerin listesini yapar ve yine mahallenin zenginleriyle görüşüp onlardan aldıkları (sadaka, fitre ve zekât türü) bağışlarla bol miktarda yiyecek ve giyecek temin edip, bunları ihtiyaç sahibinin evinin bir tarafına habersizce bırakırlardı... Mahallenin zenginleri ve cömertleri ise bayramlaşmak amacıyla geldiklerinde de fakirlere ayrıcalık tanır ve incitmemeye çalışarak, Çocuğun okulu için harcarsın Geçen sene oğluna verememiştim, borcumu bu yıl ödeyeyim Kızının çeyizine katkım olsun istiyorum? gibi sözlerle bol miktarda harçlık da verilirdi

Gündüzleri, şehrin birkaçı hariç lokantaları, kahvehaneleri, kumarhaneleri, meyhaneleri, kulüplerikapanır, terminale veya otellere yakın bir iki lokanta pencerelerini yarıbelinden aşağı bez veya gazete kâğıdıyla sütreleyip açardı. Böylece hem herkese kapalıymış gibi bir intiba bırakır, hem de yolculuk, hastalık gibi sebeplerden dolayı tutamayanların oruçlu insanlar görür, iştahları kabarır da ayıp etmiş olurum diye bir çekinceye kapılmasını engellemiş olurdu Kahvehaneler ise, öğleye doğru açılır, ama kesinlikle ocak yanmaz ve kimseye servis yapılmazdı. Ayakları alışmış müşterileri gelip oturur, ya eylesinekâat, dama veya tavlaoynarlar, ya da birbiri ile sohbet ederek, gelip geçen tanıdıklara takılarak iftarı beklerlerdi

Özellikle Ramazanlarda, aslında yapı ustası (duvarcı) olan Osman Ağa, Ahıtlı şeker satardı. Ahıtlı şeker; esnek, lastik gibi sünebilen ama çok yapışkan bir tatlıdır. Dokunanın eline, parmağına yapışır kalır. Yapışmaması için ille parmakların ıslanması gerekiyordu. Osman Ağa, şeker almak için gelen küçük çocuklara önce kaç kuruşluk alacağını sorar ve çocuğun hiç sesini çıkartmadan uzattığı parayı alıp önlüğünün önündeki kocaman cebe kordu; sonra da, iş temiz çıksın da yapışmasın diye, iki elinin parmaklarının ucuna tükürüp birbirine sürterek hepsinin de ıslanmasını sağladıktan sonra şekeri bir eliyle ucundan tutup sündürür, sonra öteki eliyle daha yukarıdan tutup sündürür ve böylece verilen parayı karşılayacak kadar olunca incelen bir yerinden kopartırdı

Elbistanda Ramazan Davulculuğunu da genellikle yerli insanlar yaparken, yaklaşık kırk sene kadar önce Abdallara geçti. Tüm mahallelerimizde benzer şekilde çalınan davula örnek olarak Kızılcobayı anlatmak istiyorum:

Köpekleri sevmesinden, beslemesinden, boğuşturmasından dolayı (ki gerektiğinde satardı da) İtçi Arif olarak tanınan Çoban Hüseyinin oğlu merhum Arif Gövcecik, Kızılcaobada davul çaldırmak üzere, ramazandan önce gider, davulcuları bulur ve onlarla belli yüzdeyle anlaşırdı. İlk sahurdan itibaren de her gece, onlarla birlikte, o yıllarda elektrik olmadığından ellerinde gemici veya el feneri ile gezerek davul çaldırırdı. Ramazanın on beşinden sonra, gece yarısından itibaren, bayram sabahı da dâhil olmak üzere övme faslı başlardı. Daha önceki ramazanlarda verdiği bahşişin azlığı-çokluğu ile belliklenen mahallenin tanınmışlarının evlerinin önünde sırayla durulup önce davulla zurna güzel bir hava çalmaya başlardı. Sonra Berekaatt.. Berekaatdiye bağırırları. Ulan bu yıl osun bahşişden gurtuluyum!.. diye düşünen birkaçı, ışığını uzun süre yakmayıp evde yok intibaı vermek istese de gecenin bu saatinde tüm mahalleyi inleten bu sesleri duymamak mümkün olmadığından, ister istemez gözlerini ovuşturarak kapıya çıkmak zorunda kalırdı. Genellikle, övülen ev sahipleri şöyle hatırını saydıracak kadar çalmalarını bekledikten sonra, kendine yakışır bir bahşişi, pencereden veya balkondan aşağı atardı. Arif Ağa, bahşiş aldıktan sonra şöyle bir bakar; eğer miktarı yüksekse yüksek sesle, yok azsa daha mülayim bir sesle, verenin adını anarak Falana da maşallahFalana da maşallahAllah ömür verir işallah.. gibi dualarla överdi. Arif Ağa, toplanan bahşişlerden kendi hissesini alır kalanını davulculara verirdi

"Davulculuk, kırk sene kadar önce Abdallara geçti" dedik. Ondan önce ramazan davulunu Elbistanlılar veya Elbistana yerleşmiş vatandaşlar çalarmış. Mesela;

1) Tefçinin oğlu Hacı Ahmet

2) Çiçekli Davulcu Maadi,

3) Deplek (..),

4) Düdükçü Ali Ağa (Elbistanda çalgıcıların en eskisi imiş),

5) Çavuş Ahmet Yıldırım,

6) Cuma Çalgıcı (Abdal),

7) Ömer Durmaz gibi ramazan çalgıcıları varmış

Ayrıca, o yılların resmi bir âdeti olarak ülkemizin birçok il ve ilçesinde oluşturulduğu gibi Elbistanda da belediye bünyesinde kurulan, genel adıyla "Alay çalgısı" denilen; ama gerçek anlamda birçok enstrümanı çalarak, törenlerde, cenazelerde, bayramlarda gereken müziği icra eden bir bando takımı varmış. Tespit edebildiğim kadarıyla müzisyen ekibinde şu hemşehrilerimiz varmış:

1) Cuma Çalgıcı (Abdal)

2) Kök Ömer (Karabayır) (Ut, cümbüş çalarmış)

3) Maraşlı Mehmet (Karanlıktagezer) Usta

4) Maraşlı Mehmet Ustanın oğlu Arif Karanlıktagezer

5) Maraşlı Mehmet Usta'nın oğlu Ahmet Karanlıktagezer

6) Emin Karnar (Öteaçeli Osman Usta'nın damadı)

7) Alay Davulcusu Ali (Öteaçeli Osman Usta'nın damadı Emin Karnar'ın dayısı)

8) Fevzi Davdav (Davul, Trompet))

9) Kıravatlı Hacı İbrahim (Hamurcu Alinin oğlu)

10) Kaptan Kerim (Trompet, saksafon)

11) Şekerci Hacı Akıl

12) Sağır Hacı Abdullah (Dümbelek)

13) Durmuş Deveci

14) Enver Deveci

15) Kara Mükremin (Aksal)

16) Hökelek Mıstılı (Erkek)

Bu bando takımı, öyle sokaklarda dolaşarak çalacak ekiplerden değildi, ramazanlarda, bazı akşamları, şehrin önemli caddesinde veya köşesinde belli bir düzen içinde yerlerini alırlar ve günün en sevilen şarkısını, türküsünü çalarak harika bir konser verirlerdi. Bazen çalmak için seçtikleri caddede bir ileri bir geri gidip gelirlerdi

Bayram yaklaştıkça, insanlarda bir başka telaş başlardı Ev temizlenir, bayramlıklar alınır, tatlılar yapılır ve bayram yemeği için pişirilecek olan, keşkeğin eti, tercihen kuzunun gerdanı veya kaburgası olarak temin edilirdi Hanımlar, evlerde, bazen tatlı çeşidi olarak "pepişmani" dedikleri 'pişmaniye'(1) çevirirmiş. Ben duyunca çok şaşırmıştım; şimdilerde pişmaniyenin ne olduğunu -neredeyse- bilmeyen bir Elbistanlı topluluğu varken, bir zamanlar evlerde yapılıyormuş

Bayrama on gün kala, kendini dine adamış bazı muhterem amcalar, mahallesindeki camilerde itikâfa(2) girerdi.

Bayram gecesi, evdeki tüm erkekler, bayram namazı için hazırlanır. Bir kısmı sabah namazıyla birlikte eda etmeye niyetlenirken, bir kısmı da sadece bayram namazını düşünür. Çocuklara da akşamdan camiye götürmek için söz verildiğinden, kıyılmasa da derin uykusundan uyandırılır, ardım edilerek abdest aldırılır ve birlikte en yakın camiye gidilir. Fecr-i sadık doğunca sabah namazı kılınır ve uzun süre vaaz dinlenir. Bu sırada sadece bayram namazı kılmak için gelenler hızla çoğalmış ve cami zırha zırh dolmuştur. İki de bir kalabalığa hitap etme cesaretini kendinde bulanların; Safları sıklaşdırın ey cömeat, cemaat dışarıda galdı! gibi ikazları duyulur. Oturan, vaaz dinleyen, kimi uyuklayan, kimi de ah bitse de bir an önce bayramlaşmaya başlasak diye düşünen insanlar ikaz üzerine şöyle bir doğrulup dizleri üstünde öne doğru biraz daha ilerler Bu ilerlemelerle, kimsenin, kendi secde edeceği yeri daraltıyor olmasından dolayı, pek de ilerleyesi gelmez ya, gene de bulunduğu safa uyarak bir iki diz ilerler Derken güneş bir mızrak boyunca yükseldiğine kanaat getirilip bayram namazına karar verilir. İmam efendi, senede iki kere kılındığı için unutanlar olabilir veya ilk defa kılacaklar varsa öğrensinler düşüncesiyle bayram namazını tarif eder:

- "Birinci rekâtta, Sübhaneke'den sonra, namaza yeni başlanıyor gibi tekbir getirilip eller kulak memesine değdirilir ve iki yana sallanır, aynı şekilde tekrar tekbir getirilir gene eller sallanır, sonra yine aynı şekilde gene tekbir getirilip eller bağlanır (iki salla, bir bağla) ve bildiğimiz gibi fatiha ile zamlı sure okunur sonra rükû ve secdeler yapılır; ikinci rekâta kalkıldığında eller bağlanır ve imam efendinin fatiha ile zamlı sure okuması beklenir, sonra, tekbir getirilir eller sallanır bir, gene tekbir getirilip eller sallanır iki, abir daha tekbir getiril ve eller sallanır üç (bir bağla, üç salla), arkasından dördüncü kere tekbir getirilince rükûa gidilir ve namaz bildiğimiz gibi tamamlanır" tarifi bittikten sonra da "Allahu ekber" diyerek namazı başlatır.

Başlatırlar ama gerçekten biraz karışıkça olduğundan "İki salla bir bağla, bir bağla üç salla" gibi formüllerle iyice özümsememiş olanlar, Sübhanekeden sonra daha ilk tekbirde kollarını yanlara salıvereceği halde, rükûa varılacağını sanırlar ve yüzlerce insan ayakta iken o şaşıranlar eğilir Böylece yanındaki ve arkasındaki muzipler için gün doğar ve bir kikirdeme, bir için için gülme krizleri başlar ki, sormayın; neredeyse elektrik akımı gibi tüm safa yayılır

Namaz bitince bıraksalar millet hemen dağılacak; sıra bayram hutbesine gelmiştir. İmam efendi bir süre minbere çıkıp günün anlam ve öneminden bahseder, insanlara öğütlerde bulunur ve iner. Daimi cemaat, hemen ön tarafta saf olup birbiri ile belli bir düzen içinde bayramlaşır ve dışarıya çıkar, diğerleri de bir an önce eve varmak için yola koyulmuştur bile..

O yıllarda yakın köylerde oturan vatandaşlar, ya camileri ya da imamları olmadığından bayram namazı için Elbistana gelirlerdi. Bu arada yolculuk, hastalık, alış-veriş vs amacıyla başka köy veya şehirlerden gelenler de olurdu haliyle. Hep birlikte namaz kılınır ve bayramlaşma anında bu yabancı vatandaşlar tespit edilir; daha dışarıya çıkmadan tamamı da mahalle sakinleri tarafından paylaşılarak kollarına girilir ve bayram yemeği ikram etmek, ona aile ortamı sıcaklığında bir bayram yaşatmak için evlerine götürülürdü

Bayram yemeği olarak genellikle bol etli keşkek (keşkek pilavı da denir) pişirilirdi. Büyük bir tepsinin, hatta leğenin içine boşaltılıp üzerinde şöyle etleri lime lime dökülmeye varmış kaburgalarla sofranın ortasına konur. Sulu bir yemek ve ayran ve turşu da vardır; amma dostlar kulağınızda olsun, tereyağı ile yağlanmış keşkekle şöyle bol soğanlı domates (çoban) salatası, öyle bir gider ki tadına doyamazsınız Tabii bayram yemeği olarak, çocukların 'Biyaz Pilov' dedikleri pirinç pilavı ile kuru fasulye ikilisinden vazgeçmeyen evler de çoktur.

Fakat şu unutulmamalı ki, namazdan sonra, ama yemekten önce bir gün oruç tutmuş kadar sevap kazanmak için hiçbir şey yemeyenler çoğunluktadır.. Ayrıca, namazdan sonra unutanlar veya geciktirenler fitrelerini bir fakire verirler. Bu sırada kabir ziyareti yapanlar da çoğunluktadır

Bayramın ilk günü öğleye kadar çocuklar fırıl fırıl akraba ve komşu evlerinde bahşiş koparmak amacıyla dolaşırken, daha çok öğleden sonra bir küçüğün kendinden büyüğünü ziyaret etmesiyle bayramlaşma başlar ve neredeyse hiçbir akraba ve komşu ayırt etmeksizin bayram sonuna kadar sürerdi; hatta bayramdan sonraki günlerde de ziyaretler, uzak mahallelerdeki, köy veya kasabalardaki akrabalara gel-git ile devam ederdi

Siz, şimdi, aynı apartmanda oturan komşuların bile birbiriyle bayramlaşmayı gerekli görmediğine bakmayın Dedik ya; bayramlar da Elbistanı terk etti

&

İnsanlarımızın yaşadığı fıkra gibi bir olayla bitirelim bu sohbetimizi de

Bir ramazan günü, Elbistana yolu düşen garibin biri, işini bitirdikten sonra parasız kalır. Ne memleketine gidecek parası vardır, ne de karnını doyuracak Çaresiz, dolaşırken, bugünkü İş Bankasının olduğu yerdeki iki katlı toprak ve balkonlu bir binaya insanların girip çıktığını görür ve kendisi de 'belki bir yardım eden bulunur' düşüncesiyle gider.

Orası bir kulüptür (kulüp; başka yerleri bilmem ama Elbistanda, yemek yenilen, içki içilen ve kumar oynanan kapalı ve özel yerlere denir) ve o sıralar İsmet Narin (Nizam İsmet) çalıştırmaktadır. Girer. İçeride birkaç adamla birlikte İsmet Narin ile Kadir Kıral oturmaktadır. Adamcağız, selam verdikten sonra durumunu anlatır ve hiç değilse memleketine varacak kadar yardım ister. Onlar da adamı, numara yapıp yapmadığını anlamak için bir süre sorguya çektikten sonra yardım etmeye karar verirler; ama ikisinin de cebinde öyle fazla kadar para yoktur. (Belki de vermek istemezler). Ne edelim, ne yapalım diye düşünürlerken, pencereden, aşağı yolda (yani bugünkü vergi dairesinin önündeki Albay İbrahim Karaoğlanoğlu Meydanında) Akverenli zenginlerden Mehmet Ağanın yürüdüğünü görürler. Namazında niyazında, hacca gitmiş, yaşını başını almış bir insandır Mehmet Ağa!Nizam İsmet, kulüpte çalışanlardan birine;

- 'Koş lan, aşşada geden şo Meamet Ağa'yı buraya getir' der. Görevli koşup gider ve az sonra yanında getirir. Hoş beşten sonra Mehmet Ağa'ya durumu anlatırlar;

- 'Sen variyetli adamsın, comart adamsın; şu garibe ıcık yardım et..' derler. Derler, ama adamcağız, ya vermek istemediğinden ya da kumar oynanan, içki içilen bir yerde kendisine bir oyun oynanıyor olabilir şüphesinden dolayı çekinir, verimkâr davranmaz. Berikiler ısrar eder; Mehmet Ağa vermemekte direnir. Kulüptekiler, ramazan günü kalbini kırmamaya özen göstererek ısrarı sürdürseler de Mehmet Ağa ayağını mercimek kütüğüne dayamış gibi diretir de diretir Bunun üzerine, Nizamİsmet'in kafası atar ve adamlarına;

- 'Ula oruçlu adam şu mübarek ıramazan gününde fıharaya yardımdan gaçar mı heç! Bunun dutduu oruç da heç, gıldıı namaz da; yatırın lan şunu, aazına da şo şişedeaki şarabı akdarın baam; bu nasıl oruçmuş aanıyak!.. diye emir verir. Onlara da bir temaşa gerek, hemen yerlerinden fırlayıp Mehmet Ağayı dört bacak ederler ve bir masanın üzerine yatırırlar. Biri de bir köşede duran yarım dolu şarap şişesini kaptığı gibi burnuna dayar, ki neredeyse ağzına boşalacak!.. Zavallı Mehmet Ağa, işin ciddiyetini anlar ve çareyi;

- "Tamam uşaklar tamam, goyurun beni, naadar isdiyorseaz veriyim!.. demekte bulur. Bırakırlar. Hiç ağzına değdirmediği şarabı, bir de oruçlu haliyle içmekten kurtulduğuna sevinerek cüzdanını çıkartır ve Nizam İsmetin dediği kadar parayı Garipe verir Kadir Ağa ile Nizam İsmet, tekrar, mümkün olduğu kadar Mehmet Ağanın gönlünü almaya çalışıp uğurlarlar. Bizimkiler, Garip Adama bir iyilik daha yapmak isterler ve o zamanlar bugünkü Şeker Bankasının hemen güney taraf bitişiğinde olan garaja selam ile birlikte bir adam salıp, gideceği memlekete, otobüsten parasız bir yer ayırttırırlar ve saati geldiğinde de bindirip gönderirler

..........................................................................(1)Pişmaniye (Elbistanca; Pepişmaniye): Şeker (şeker yerine pekmez de kullanan olurmuş) ve sudan oluşan karışım bir kazanda iyice kaynatılır. Sonra soğumaya terk edilir. Soğudukça macuna benzer bir kıvam alır. Bu macunun beyazlatılması gerekir; bunun için de bu şeker dört tarafına oturmuş hanımların durmadan çekip, sündürüp uzatması, sonra katlayıp tekrar bir ucundan tutup yine çekip uzatması gerekir. Bu işlem, yüzlerce defa yapılır, ama bittiğinde, macun sakız gibi bembeyaz olur. Diğer yandan un ve yağdan oluşan ve bir kazanda 7-8 saat pişen özel hamur, pişmaniyenin çekileceği büyük tepsiye belli bir miktar yayılır. Sakız gibi olmuş şeker, halka haline getirilmiş ve hamur ile karıştırılarak çekilmeye başlanır. Çekildikçe açılacaktır. Şeker, esnedikçe ve tepsi genişliğinde açıldıkça katlanıp tekrar açılır. Bu işlem, hamurun şekere yedirilerek kaybolana ve şeker tel tel ayrılana kadar (yaklaşık yarım saat, kırk dakika) sürer. Soğuduktan sonra yenmeye hazır hale gelir.

(2)İtikâf; Bir şeye devam etmek demek olmakla birlikte, özellikle ramazan aylarında insanların cami veya mescitlerde, bir köşeye bezle çevrilerek oluşturulmuş küçük bir kabin içinde yatıp kalkmak ve yemeğini yemek; uyku dışındaki zamanının hemen tümünü ibadet, kuran ve dini kitap okuyarak geçirmek ve buna son on gün boyunca devam etmek; tuvalet ihtiyacı hariç hiç dışarı çıkmamak.

color:red">

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Arif Bilgin - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Elbistanın Sesi Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistanın Sesi Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistanın Sesi Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistanın Sesi Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.


ELEMANLAR ARANIYOR

KARÇEK TARIM ÜRÜNLERİ ÇALIŞMA ARKADAŞLARI ARIYORUZ

Kiralık Oto Yıkama

Kiralık Oto Yıkama şartlar yüz yüze görüşülecek 0543 485 8743

ELEMANLAR ARANIYOR

Temap harita ve inşaat Mühendislik Ön Muhasebe Personeli *Ms Office (word-excell) programlarına hakim. *Faturalama ve ön muhasebe işlerini yönetebil...

MATEMATİK DERSİ VERİLİR

İşletme mezunuyum kendi evimde İlk ve Ortaokul öğrencilerine matematik dersi vermekteyim ilgilenirseniz . Ayrıntı ve bilgi için 0543 583 86 11

BAYAN ELE­MAN ARA­NI­YOR

BAYAN ELE­MAN ARA­NI­YORÇay ve te­miz­lik yemek iş­le­ri­ne ba­ka­cak bayan ele­man ara­nı­yor.Mü­ra­ca­at şah­sen ya­pı­la­cak­tır. GÜ­MÜŞ­LER TRAK­T...

KİRALIK İŞYERi

Kızılcaoba Mahallesi Kışla Caddesi Corcular Market yanı 66 m2 işyerim kiralıktır. Tel: 0 543 618 21 04

BAYAN ELEMAN ARANIYOR

BAYAN MUHASEBE ELEMAN ARANIYOROrganizede kurulan işletmemize iş tecrübesi olan bayan muhasebe elemanı alınacaktır. Tel: 0553 940 23 75 Mail:Ybmermerr@...

KAYIP İLANI

Saraykent Ehli Beyt Cami taraflarında Şok Markete gidilen yolda altın zincir kolyem kaybolmuştur bulan kişinin Ehli Beyt Cami Hocasına vermelerini ric...

KAYIP İLANI

Bileklik 2 yarım altın ve 1 çeyrek altınım kaybolmuştur. Bulanların ve görenlerin insaniyet namına bu telefona bildirmeleri rica olunur.

0542 214 33 42

ELEMAN ARANIYOR

Bilgisayar kullanmasını bilen diksiyonu düzgün bayan çalışma arkadaşı arıyoruz.Vestel Bayii

Tel. 0 538 0970439